Alimlere İttiba Allah'a ve Resülüne İman

Hamd, kendisinden başka İlah olmayan, din konusunda hiç kimseyi kimseye muhtaç etmemek ve Kendisinden başkasına kulluk edilmemesi için dinini en ince ayrıntılarına kadar açıklayan ve sonrada hükümlerini muhkem kılan Allah’adır. O’ndan bağışlanma ve merhamet dileriz. Sâlât ve selam, kendisinden sonra Nebi gelmeyecek olan, Allah’ın dinini en iyi biçimde yaşayarak kendisine tabi olanlara hidayet yolunu gösteren Muhammed (sav)’edir. Bu başlığa bakınca bunun güncel itikat meseleleri bölümünde ele alınması size şaşırtıcı gelebilir. Kaldı ki zaten şaşılacak bir durum. Fakat bu mesele bugün gerçekten de itikat meselesi haline gelmiştir. Bugün insanların bir çoğu, alimlere ittiba’yı yanlış değerlendirmiş ve alimlere ittiba ile Allah’a ve Resulüne iman ilkesini birbirine karıştırmaları sonucunda da hak yoldan sapmışlardır. Tevhidi bilen birçok insan bile bu mesele yüzünden ayrılıklara düşmüş ve aynı zamanda tevhid akidesinden ya sıyrılarak çıkmışlardır, yada bu inançlarından dolayı Müslüman bile olamamışlardır. Zaten bizim kaleme aldığımız bu yazımız, aslında tevhid’ten haberdar olan kişilere olacaktır. Tevhidi bilmeyen kişiler zaten yahudi ve hıristiyanlar gibi alimlerini ve hahamlarını Allah’tan başka rabler edindiler.[1] Onları Rab edinmelerinin şekli, yahudi ve hıristiyan alimleri, Allah’ın kitabını tek ellerine almış ve insanlara o kitaba aykırı, kendi nefislerine göre fetvalar veriyorlardı. Avam olan tabaka ise, helal haram demeden, verilen fetvaların doğruluğunu araştırmadan, Allah’ın dinine aykırı olan konularda alimlerine ittiba ederek müşrik oluyorlardı. Hadi insanların birçoğu tevhidi bilmiyor ve bugün Allah’ın dinini tek eline almaya çalışan yahudi ve hıristiyan alimlerinin benzeri olan efendilerini, şeyhlerini, hacılarını, hocalarını Allah’ın ve Resulünün önüne geçiriyorlar. Fakat bizim bu yazımızda kaleme aldığımız, ‘ben tevhidi biliyorum’ diyen taife, bunlardan daha beter bir suç işlemektedirler. Bunların yahudi ve hıristiyan alimleri gibi değil, bilakis Müslüman olan eski dönem alimleri olmalarına ve bu alimlerinde hakka uygun fetvalar vermelerine rağmen bunlar, onların hak olan fetvalarını bile bile kendi inanç ve görüşlerine uydurmak için batıl teviller ederek küfre giriyorlar. Ayrıca bu insanlar, Allah’ın kitâbı ve Resulünün hadisleri ellerindeyken itikatlarını alimlerin kitapları ile belirlemeye kalkıyorlar. Bu yazımızda açıklamaya çalışacağımız mesele, yazının başlığı olan; alimlere ittiba kısmının izahı, yani onların ilmi seviyeleri, takvaları, veraları göz önünde bulundurularak, verdikleri fatvalardan yararlanılmasının gerektiği ve Allah’a ve Resulüne iman kısmının izahı ise, kim olursa olsun, ne derse desin, eğer Allah ve Resulü bir işe hükmetmişse bu hükümden sonra kimseye itibar edilmeyeceği ve özellikle akide konusunda kişinin akidesini sadece Allah’ın kitabından ve Resulünün sünnetinden belirlemesinin gerektiği ile alakalı olacaktır. Şimdi öncelikle Allah ve Resulünün alimler hakkında ki övücü açıklamalarını aktaralım ki, alimleri basite aldığımız ve onların dinde hiçbir fonksiyonu olmadığını savunduğumuz gibi yanlış bir anlayış oluşmasın. “Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler; Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.”[2] “İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’a (karşı gereğince) huşû duyarlar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.”[3] “Ey iman edenler! Size “Meclislerde yer açın” denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size “Kalkın” denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[4] “Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.”[5] “Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.”[6] Bunlar, Allah Teala’nın kendi kitâbında alimleri, ilim sahiplerini andığı ayetlerden birkaçı. Şimdi de Resulullah’ın (sav) alimler ile ilgili bazı hadislerini aktaralım: “Abdullah b. Amr b. As (r.a.)’den rivâyete göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah ilmi insanların kafalarından söküp çıkaracak, kaldıracak değildir. Fakat ilmi, ilim adamlarını ortadan kaldırmak suretiyle kaldıracaktır. Sonunda hiç âlim kalmayacak ve insanlar cahil, bilgisiz kimseleri kendilerine önder, lider ve kurtarıcı seçecekler ve onlara dini ve ilmi meseleler soracaklar. Onlar da cahilce fetva vererek hem kendileri sapıtmış hem de başkalarını saptırmış olacaklardır.”[7] “İbn Mes’ud’dan (r.a), Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Sadece İki kişiye gıpta edilir: Biri, Allah’ın mal bahşettiği ve onu hak yolda harcama gücü/imkânı verdiği kişidir. Diğeri ise, Allah’ın faydalı ilim verdiği kişidir ki onu yaşar ve insanlara öğretir.”[8] “Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Büyüklerimize hürmet, küçüklerimize merhamet etmeyen ve âlimlerimizin konumunu kabul etmeyen kişi, benim ümmetimden değildir.”[9] “İbn Abbas (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah kime hayır dilerse dini konularda onu bilgili ve anlayışlı kılar.”[10] “…Ebû’d Derdâ şöyle dedi: Ben Rasûlullah (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Kim ilim elde etmek için bir yol tutarsa, Allah’ta onu Cennetine giden yola iletir. Melekler ilim öğrencisinin razı olması için kanatlarını indirirler. Bir âlim için göktekiler ve yerdekiler hatta denizdeki balıklar bile o âlimin bağışlanması için Allah’a yalvarırlar. Âlim, bilgili bir kimsenin, cahillikle ibadet eden bir kimseye karşı üstünlüğü, Ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler miras olarak ne dinar ne de dirhem bırakmışlardır; onlar sadece miras olarak ilim bırakmışlardır. Kim ilimden nasibini alırsa çok büyük hayırlara kavuşmuş olur.”[11] Bu nakillerde, Resulullah ‘ın(sav) alimlerden söz ettiği hadislerin sadece bir kaçıydı. Önceki dönem Müslüman alimler insanları aydınlatmış, iyiliği emredip kötülükten alıkoymuş, insanları Kur’an ve Sünnet ile amel etmeye yönlendirmiş ve kelime-i tevhid’in yücelmesi adına ellerinden gelen mücadeleyi vermişlerdir. Allah (cc) hepsinden razı olsun, amin. Alimlere ittiba ile Allah’a Ve Resulüne İmanı Birbirine Karıştıran Fırkanın Genel Tanımı Bu fırkanın üzerine bina ettikleri temelleri şu inanca dayanır: . “ Kimi alimler namaz kılmayan kişiyi tekfir etmiş kimisi ise etmemiştir. Namaz kılmayan kişileri tekfir eden alimler, namaz kılmayanları tekfir etmeyen alimleri, tekfir etmemişlerdir.” . “ Hz. Ali (ra), kendisini tekfir eden haricileri tekfir etmemiştir” . “Bu ve bunlar gibi deliller, silsile tekfirinin batıl olduğunu gösterir. Bu bakımdan bizde alimlerin bu içtihadına uyarak; . “Günümüz şirk işleyen insanlarını, bir içtihada dayanarak cahil müslüman gören kişileri tekfir etmeyiz, edenleride aşırıcı olarak vasıflandırırız.” . “Bizler bu konuların cahilleriyiz, bu bakımdan alimer neye hükmetmişse, neyi küfür neyi imandan saymışsa bizde ona uyarız” Gibi, şeriatte hükmü açık naslar ile sabit olan küfür amellerini işleyen kişileri ve onları tekfir etmeyenleri hemen tekfir etmeyiz inancına sahiptirler. Ve aynı zamanda Kur’an ve Sünnet’te açık nasların varlığı söz konusu iken, onlar alimlere ve onların fetvalarına göre itikat belirlemektedirler. Kıyaslama yaptıkları meseleleri ve kıyasladıkları delilleri bu gibi temellere dayanmaktadır, fakat biz konuyu uzatmamak adına bunlardan kısaca bahsettik. Şimdi bu taifenin bu tarz görüş ve inanışları yönünden batıl bir itikada sahip olduklarını açıklamaya çalışalım inşallah. Tevfik Allah’tan… Kıyas Usullerinin Hatalı Olması Aslında meselenin kilit noktalarından birisi de bu konudur. Yaptıkları kıyasların usulüne uygun olmamasıdır. Şari’in (şeriat sahibi) bir konu hakkında eğerki açık bir nas ile hükmü yoksa, bu sefer nas olmayan mesele, nas olan mesele ile kıyas edilir. Fakat yapılan bu kıyasın sahih olması için, iki mesele arasında uyumun olması şarttır. Nas olan meselenin arka planı, kastedilen şey, hüküm bakımından iki meslenin benzerliği gibi konular iyi tahlil edilerek kıyas edilmelidir. Yoksa yapılan kıyas batıl olur. “İmam Ahmed, Ahmed b. Hüseyin’den rivayette bu çeşit kıyas hakkında şunları söylemiştir: “Kıyas, bir şeyin başka bir şeye, bütün yönleri ile benzediği için kıyas edilmesidir.” Ancak ona bir yönüyle benzeyip diğer yönüyle aykırı olursa onu ötekine kıyas etmek hata olur. Çünkü o bazı yönleriyle uyumlu ise de, diğer bazı yönleriyle aykırı durumdadır…”[12] Peki bu taifenin yaptığı kıyas yönünden benzersizlik nerede? Bu kişiler namaz kılan kişinin tekfiri ile ilgili üzerinde ihtilaf olan meseleyi, üzerinde hiçbir ihtilafın bulunmadığı, Allah’ın şeriatinde hükmü sabit olan meseleler ile kıyaslamaktadırlar. Namaz konusunda ki ihtilaf, alimlerin kendi görüşlerinden dolayı değil, aksine bir mesele hakkında iki ayrı hadisin bulunduğundan dolayıdır. Namaz kılmayan kişinin kafir olacağına dair delillerden biriside Resulullah (as)’ın şu hadisidir: Câbir radıyallahu anh şöyle dedi: Resulullah (sav)’i: “Gerçekten kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terketmek vardır.” buyururken işittim. [13] “Namaz kılmayan kişinin durumu hakkında ihtilaf edilmiştir. Ahmed b. Hanbel, İshak ve bazı maliki alimleri ile Şafiilerden İbn Huzeyme, Ebu’t-Tayyib b. Seleme, Ebu Ubeyd b. Cüveyriye, Mansur el-Fakih, Ebu Cafer et-Tirmizi namazı terk eden kimsenin vacipliğini inkar etmemiş bile olsa kafir olacağı kanaatini benimsemişlerdir… Namaz kılmayan kimsenin kafir olmayacağına dair en güçlü delillerden birisi Ubade b. Es-Samit’in rivayet ettiği şu hadistir: “Beş namazı Yüce Allah kullara farz kılmıştır.” Bu hadiste şöyle bir ifade yer almaktadır: “Bu namazları kılmayan kimse için Allah katında herhangi bir ahd yoktur. Yüce Allah dilerse o kişiye azap eder, dilerse onu cennetine koyar.”[14] Görüldüğü gibi namaz kılan kişi ile kılmayan kişinin hükmündeki ihtilaf , ikisi hakkında da nas bulunmasından dolayıdır. Yoksa alimlerin kendi yorumları ile içtihad ederek ortaya koydukları bir mesele değil. Bir mesele hakkında iki ayrı nas varsa bunlardan birisini tercih ederek amel eden kişi tabiki tekfir edilmez. Bu kişiler alimleri yanlış değerlendirmiş ve bu konuda alimlerin içtihad ederek böyle bir sonuca vardığını savunmuş ve üzerinde şari’in açık nasları bulunan meseleler hakkında, bizde içdihad ederek, günümüz şirk işleyen kişileri mazur gören alimleri, bahsi geçen alimler gibi tekfir etmiyoruz demektedirler. “Kim Allah’ın hükümleri ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”[15] “Onlara (kafirlere) itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz.”[16] “Yoksa, Allah’ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?”[17] “Deki; Ey kafirler. Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız…”[18] “Onlar dediler ki; biz sizden ve Allah’ı bırakıp da taptıklarınızdan uzağız, sizi tanımıyoruz…”[19] Görüldüğü gibi bu ayetler, Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen kafirlere, Allah’ın şeriati dışında farklı şeriatlere bağlanan, itaat eden kişilerin müşrik olduklarını bildirmektedir. Ayrıca tağutlara itaat konusunda cehaletin mazeret olmadığını Kur’an ve Sünnet ışığında açıkladık. Bu konunun detayları oradan okunabilir.[20] Allah’ın ve Resulünün tağutlara itaat edenleri açık naslar ile tekfir ettiği ve bu konuda cehaletide özür kabul etmediği bir meselede siz bunun dışında bir içtihad yaparak, Allah’ın ve Resulünün tekfir ettiği kişilere cahil müslüman diyen alimlerinizi, içtihadlarından dolayı tekfir etmediğinizi söylüyorsunuz. Buna kıyas olarak da yukarıda bahsi geçen namaz ile ilgili meseleyi konu ile delillendirmeye çalışıyorsunuz. Siz bu şekilde, üzerinde açık nas olan bir meselde Şari’in belirlemiş olduğu hükmün dışında bir içtihad’ta bulunarak küfre girmiş oluyorsunuz. Sizin yaptığınız kıyasın, alimlerin namaz konusu hakkında ki yaptıkları kıyas ile hiçbir benzerlikleri yoktur. Alimler namaz kılmayanın hükmü hakkında iki ayrı nas delil olarak ortaya koymuşlardır. Peki siz tağutlara itaat eden müşriklerin cahil müslüman olduklarına dair bir nas getirebilecekmisiniz? Sizin kıyasınızın açıklaması şu misal gibidir: Allah (cc) Kur’an’da Mekke müşrklerini tekfir etmiştir. Fakat biz bugün şirk yönünden Mekke müşriklerinden hiçbir farkı olmayan kişileri, içtihad ederek cahil müslüman gören kişileri tekfir etmiyoruz. Bugün size birisi çıksa ve deseki; ben Mekke müşriklerini cahil müslüman görüyorum. Ne yaparsınız? Hem bunu diyeni, hem de onu tekfir etmeyini tekfir edersiniz değil mi? Peki bugünün müşrikleri ile Mekke müşrikleri arasında ne fark gördünüzde, bu insanlara cahil müslüman diyenleri tekfirde aşırılıktır diyerek tekfir etmiyorsunuz? Ayrıca siz Hz. Ali (a)’ın, haricileri tekfir etmemesini kıyas ediyorsunuz. Hz. Ali’nin tekfir etmediği kişiler, tevhidi bilen, onunla amel eden ve amellerinde şirk olmayan kişilerdir. Onlar hatalıda olsa Allah’ı ve Resulünü hakem tayin etmediği iddiası ile Hz. Ali’yi tekfir ettiler. Fakat Hz. Ali onların açık bir küfrü olmadığı için onları tekfir etmedi. Bu meseleye kıyas ederek Hz. Ali tekfir etmedi diye, bırakın tevhidi bilen, amellerinde şirk olmayan kişileri, gırtlaklarına kadar şirke bulanmış, Allah’ın müşrik diye isimlendirmiş olduğu kişileri müslüman gören kişileri tekfir etmeyenleri tekfir etmiyorsunuz. Siz Hz. Ali’nin müşrik kişileri nasıl tekfir ettiğini, onlarla akrabası dahi olsa nasıl savaştığını bilmeyen kişilersiniz. Veya biliyorsunuz fakat kendi inancınıza delil bulmak için Hz. Ali’nin verasına leke sürmekten hiç çekinmiyorsunuz. Sizlere, elinizde Allah’ın kitabı ve Resulünün sünneti mevcutken bunların zıttına yönelik kıyasa gitmenin ne kadar büyük bir tehlike olduğunu nasihat ediyorum, umulur ki sakınırsınız: “İbn Vehb, Yahya b. Eyyub, İsa b. Ebu İsa senediyle rivayet edildiğine göre Şa’bi şöyle demiştir: Kıyas yapmaktan sakının. Canımı elinde tutatan Allah’a yemin ederim ki, kıyas ile hareket ederseniz haramları helal, helalleri de haram kılmaktan kurtulamazsınız… Tahavi’nin, Yusuf b. Yezid el-Karâtîsî, Said b. Mansur, Cerir b. Abdulhamid, Muğire b. Maksem senediyle rivayet ettiğine göre Şa’bi şöyle demiştir: Sünnet, kıyas ile vaaz olunmadı. Huşenî’nin, Muhammed b. Beşşar, Yahya b. Said el-Kattân senediyle naklettiğine göre Salih b. Müslim şöyle demiştir: Amir eş-Şa’bi bana, elimi tutarak; siz sünnetleri terk edip kıyas ile amel etmeye başladığınız günden beri helak oldunuz, dedi.”[21] İtikatlarını Allah’ın Kitabına Göre Değil, Alimlerin Fetvalarına Göre Belirlemeleri Allah (cc), insanları din konusunda Kendisinden başkasına muhtaç etmemiş ve itikat esaslarını belirleyerek, aynı zamanda da bunları açıklayarak insanların yalnızca ona göre itikat belirlemelerini emretmiştir. “Elif Lâm Râ. Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi, hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır.”[22] Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz, yani Allah’a ortak koşmayasınız demektir. Buda kişinin müşrik olmaması için itikadi olan her meselenin Kur’an’da bulunduğunu ifade eder. Kaldı ki Allah (cc): “Biz bu kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”[23] Diye buyurmaktadır. Aynı zamanda insanlar Allah’ın huzurunda alimlerden değil, Allah’ın indirmiş olduğu kitabından ve göndermiş olduğu Resulden sorguya çekileceklerdir: “Ey insan ve cin topluluğu. Size ayetlerimi anlatan ve bu gününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden Resuller gelmedi mi?”[24] “Andolsun ki sizi bu kitap’tan sorguya çekeceğiz”[25] Buna rağmen bu kişiler, Allah’ın kitabında hükmü açık olan meselelerde, mesela müşrik olan kişilerin tekfiri, müşrikleri tekfir etmeyen kişilerin tekfir edilmesi, cehaletin özür sayılmadığı gibi hükmü açık olan naslara karşı batıl teviller ve kıyaslar ile, şu alim böyle dedi, bu alim şöyle dedi diyerek itikat belirlemektedirler. Böyle bir itikattan Allah asla razı olmayacaktır. Madem ki Kur’an ile yol bulunmayacak, ona göre itikat bina edilmeyecekti o halde bu kitap neden indirildi! Bu şekilde itikat belirleyen kişiler ayrılıklara düşecek, dini hükümleri parçalara ayıracak, açık olan hükümleri birbiri ile çeliştirecek ve bu şekilde amel eden kişilerin her biri bir alime göre itikat belirlediğinden, hergün çorap değiştirir gibi din değiştirecektir. “ Peygamber onları (sahabeleri) neye çağırsa canlarını verirler, o bir şey dedi mi, sözüne dedil sormazlardı. Onun sözleri onların gönül ve benliklerinde her şeyden yüce idi. Onun sözü varsa, kimsenin sözüne öncelik vermezler, rey ya da kıyasa dayanarak ona hiçbir şekilde muhalefet etmezlerdi. Onların ardından kötü bir nesil geldi. Dinlerini parçaladılar. ‘Dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular, her fırka kendisinde bulunanla sevinip bayram ediyor.’ İşlerini aralarında parçalara böldüler ancak, her biri sonunda Allah’a dönücüdür. Mezheplere taassubu kendilerine din edinip dine bağlanır gibi mezheplere bağlandılar. “[26] Bu kişiler, ellerinde Allah’ın kitab’ı olmasına rağmen, o kitaba aykırı olan meselelerde alimlerine uyduklarını, bu konuda kendilerinin cahil olduklarını söylüyorlar. Bu şekilde şeriata aykırı bir durum söz konusu dahi olsa onlara ittba ettiklerini söyleyerek, yahudi ve hıristiyanların, hahamlarını ve rahiplerini rab ittihas ettikleri gibi onları rab ediniyorlar. Yahudi ve hıristiyanlar da alimlerine bilgili, kendilerine cahil gözüyle baktıklarından, onların fetvalarına helal haram demeden itaat ediyorlardı. Halbuki onlarada gönderilmiş bir kitap ve göderilen bir Peygamber vardı. Buna rağmen onlar yinede itikat konusunda birilerine muhtaç olduklarını hissediyorlardı. Ayrıca eğer Allah’ın (cc) kitabından sadece ilmi bilgisi yüksek, içtihad ehli anlayacaksa o halde (haşa, Allah bundan münezzehtir) Allah, bilgi ve zeka konusunda zayıf olan kullarına zulmetmiş demektir. Halbuki onların sandığı gibi değil. Allah (cc) bu kitabı herkesin anlayacağı şekilde açıklamış ve kolaylaştırmıştır. “Andolsun ki Kur’an’ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?”[27] “Bu indirip, hükümlerini kesinleştirdiğimiz suredir. Öğüt alasınız diye onda apaçık ayetler indirdik”[28] “îşte Rabbinin doğru yolu budur. Biz öğüt alanlar için ayetleri geniş geniş açıkladık”[29] Allah’ın kitabı açık olmasına ve itikat esaslarının sadece bu kitap’tan belirlenmesinin gerektiğine rağmen onlar, bu konularda karşısındaki insanlara Allah’ın kitab’ı ile değil, alimlerin fetvaları ile delil getiriyorlar ve bu şekilde Allah’a ve Resulüne çağırıldıklarında, onlar seni alimlerin fetvalarına çağırıyorlar. “Eğer bir konuda çekişirseniz Allah’a ve âhiret gününe inanmışsanız onun hükmünü Allah’a ve rasûlüne bırakın. Bu; hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir.”[30] “Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir.”[31] Bu yaptıkları da, Allah’a iman ile alimlere ittibayı birbirine karıştırarak, açıkça alimlere iman etmek olarak tasvir edilir. Böyle inanca sahip olan kişilerin doğruya ulaşmaları da çok zordur. Allah hidayet versin. Alimler İçtihad Ehli Olduklarından Hata Etmezler Onlar, sözde ittiba ediyoruz dedikleri alimlerini hakkı ile taktir edemediler. Onlar, özellikle günümüzdeki bu bahsettiğimiz tekfir meselesinde, bu iddia’yı ortaya attılar. ‘Onlar Kur’an’ı bizden daha iyi biliyor ve içtihad sahibi insanlar. Dolayısı ile biz bu konuda onların fetvaları ile amel ederiz.’ Halbuki Asıl bilenin, alim olanın, asla yanılmayacak olanın Allah (cc) olduğunu düşünemiyorlar. Düşünemiyorlar ki O’nun kitab’ını birakıp, ondan başkasına itibar ediyorlar. Peki bakalım, sözde biz alimleri önemsiyoruz diyen kişilerin kast ettiği alimler bu konu hakkında ne demişler: “Buhari’nin Süneyd b. Davud, Hammad b. Zeyd, Zeyd senediyle Amr b. Dinar’dan naklettiğine göre, Cabir b. Zeyd’e, ‘insanlar senden duydukları her şeyi yazıyorlar.’ Denildiğinde o, ‘ inna lillahhi ve inna ileyhi raciun, nasıl yazarlar ki, halbuki biz yarın bu görüşlerimizden dönebiliriz.’ Karşılığını vermiştir.” “İbn Ebu Hayseme, Havtî, İsmail b. Ayyaş, Sevade B. Ziyad, Amr b. El-Muhacir senediyle, Ömer b. Abdulaziz’in insanlara şu talimatı yazdığını nakletmiştir: ‘ Resul-i Ekremin sünnetinin olduğu yerde, kimsenin görüşüne itibar edilmez.’ “ “İbn Vehb, İbni Lehia’nın şöyle dediğini nakletmiştir: ‘Birisi Salim b. Abdullah b. Ömer’e bir konu hakkında soru sorunca o, ‘bu konuda bir rivayet duymadım’ karşılığı verdi. Adam, Allah iyiliğini versin. Öyleyse kendi görüşünü söyle dedi. Salim, hayır dedi. Adam üsteleyip, ben senin görüşüne razıyım deyince Salim, ‘ben sana bir şey söylesem, sen onu alıp gideceksin. Ardından ben o görüşümden vazgeçsem, seni bulamam ki’ karşılığı verdi.” “ Tahavi’nin Muhammed b. Abdullah b. Abudulhakem’den naklettiğine göre Eşheb b. Abdulaziz şöyle demiştir: ‘ Biz Malik’in yanında olduğumuzda kendisine, üç talak hakkında bir soru soruldu. Ben söylediklerini yazmak arzusuyla hemen kağıtlarımı aldım. Malik bana, yapma. Olabilir ki, akşam onun tek talak manasına geldiğini söyleyebilirim’ dedi.” “Ma’n b. İsa el-Kazzâz, imam Malik’ten şunu duyduğunu söylemiştir: ‘ Ben bir beşerim. Hata da edebilirim, doğru da. Sözlerimi inceleyin. Eğer kitab ve sünnete uygun olursa onu hemen alın. Kitab ve sünnete uymazsa onu terk edin.’ “ “Bakî b. Mahled’in, Sahnûn, Haris b. Miskin, İbnu’l-Kasım senediyle naklettiğine göre İmam Malik şu ayeti kerimeyi sık sık tekrarlardı: ‘ Biz ancak zannediyoruz, bizim kesin bilgimiz yoktur.’ “ “ Yine aynı eserde Ahmed b. Hanbelin, Resulullah (sav)’in kabri yanından geçerken talebesine şöyle dediği söylenmiştir: ‘ Şurada yatanı görüyormusun? İşte herkesin sözü alınır da, atılır da. Fakat orada yatanın sözü alınır ama atılmaz.’ “[32] Görüldüğü gibi, kendilerine uyduklarını söyledikleri alimler, hata edebileceklerini, sözlerinin Kur’an ve Sünnet ile ölçülmesinin gerektiğini, fetvalarında Kur’an ve sünnete aykırı bir durum söz konusu olduğunda, insanların Kur’an ve Sünnet ile amel etmelerinin gerektiğini tembihlemişlerdir. Buna rağmen bu kişiler ittiba ediyoruz dedikleri alimlere, gerçek ve olması gereken manada ittiba etmemişler aksine onların görüşlerini Kur’an’ın ve Sünnetin önüne geçirmişlerdir. Bu konuda bırak alimleri, sahabeler dahi taviz vermemişleridir. Çünkü dinin aslı budur. Sahabeler, Kur’an ve Sünnetin Önüne Hiçbir Şey Geçirmediler “İbn Şihâb (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre: Sâlim b. Abdullah, Şam halkından bir adamın Abdullah b. Ömer’e hac ve umreyi birlikte yapmayı sorduğunu İbn Şihâb’a anlatmıştı. Abdullah b. Ömer; “Bu tür hac ve umre yapmak helaldir” dedi. Şamlı adam: “Baban bu tür hac ve umre yapmayı yasaklamıştır” deyince Abdullah b. Ömer dedi ki: “Babam yasaklamış olsa bile Resulullah (s.a.v.) hac ve umreyi ikisini bir arada yapmıştır. Böyle bir durumda babamın emrine mi uyulur, yoksa Resulullah (s.a.v.)’in emrine mi? dedi. Şamlı adam: “Elbette Resulullah (s.a.v.)’in emrine uyulur” deyince Abdullah b. Ömer de: “Resulullah (s.a.v.)’in bu şekilde hac ve umreyi bir arada yaptığı bir gerçektir” dedi.”[33] “Osman b. Müslim es-Saffar, Abdurrahman b. Ziyad, Hasan b. Amr el-Fukaymî, Ebu Fezare senediyle rivayet edildiğine göre İbn Abbas şöyle demiştir: ‘ Din, Allah’ın kitabı ve Resul-i Ekremin sünnetinden ibarettir.’ “[34] Hadi Biz Kâfiriz. Fakat Biz Alimlere Uyduk. O Halde Alimlerde mi Kâfir? Bu soru, sizin dinden hiçbir nasibinizin olmadığını ortaya koyar. Siz alimleri gerektiği gibi değil, nefsinizin isteği ve itikadınız gereği gibi anlamak istediniz. Ve bu şekilde onların kast etmediği, hatta kendilerinin bile beri olduğu görüşleri, onların sözlerini tevil ederek değerlendirdiniz. Asıl olanı siz Allah’ın dininde ki; “Onlar, bir ümmetti, gelip geçti; onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.”[35] düsturu kavrayamadınız. Onlar yanlış veya doğru. Siz kendi elinizdeki kitap’tan ve size gönderilen Peygamberin sünnetinden mesulsünüz, öncelikle bunu kavramanız gerekir. Allah (cc) ne sizin işlediklerinizi onlardan ne de onların işlediklerini sizden soracak değildir. Sonra siz alimlerden faydalanılması gerektiği gibi faydalanmadınız. İlk olarak onların farklı konular ile getirdiği delilleri siz alakasız meselelere kıyas ettiniz. Yine alimlerden farklı sonuç çıkartmanızın sebeplerinden birisi de, bir mesele hakkında alimin neyi kast ederek söylediğini, o gün o ortam neyi gerektirdiğini, olayların arka planını bilmeden kendi meselelerinize yorumladınız. Mesela kafirin arkasında namaz kılan kafir değildir, bunu alimler söylemiştir diyerek buna itikat ettiniz. Halbuki bunu söylerlerken onların neyi kasdettiklerini sormanız gerekmezmiydi? “Bu, hak ve batıl ehlinin bütününü kapsar. Aksini iddia etmek mümkün değildir. Çünkü mütekellimin maksadına binaen, bazen belirli bir manaya tahsisli olan “has” kelime, farklı manaları da ihtiva eder duruma getirilebildiği gibi, kapsamlı manaları ihtiva eden “amm” kelime de özel bir manaya tahsis edilerek “has” haline getirilebilir. Örneğin bir kişi yemeğe davet edilse de, ‘ Allah’a yemin ederim ki ben yemek yemeyeceğim.’ dese; ya da kendisine, uyu dense o da, ‘ Allah’a yemin ederim ki uyumayacağım’ dese; veya bu suyu iç dense o da; ‘Allah’a yemin olsun ki içmeyeceğim’ dese, söylediği bütün bu lafızlar umumi olmakla birlikte mütekellimin maksadına binaen hususileşmiştir. Böylece bu konuşmayı dinleyen birisi, adamın bu yeminlerinden dolayı ömrünün sonuna kadar yemeyeceği, içmeyeceği ve uyumayacağı manasını çıkarmaz. Ayrıca lafızlarla ilgili bilgi ve yorumlar vahye dayalı taabbüdî konular değildir. Arifler “ne kasdetti?”; lafızcılar ise “ne dedi?” tarzında sorarlar. Nitekim anlayışsızlar Resul-i Ekrem’in yanından çıktıklarında, “o demin ne dedi?” diye sorarlardı. Allah Teala bunları ve benzerlerini; Onlara ne oluyor ki, hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar? buyurarak kınamıştır. Ayette geçen “fıkf” kelimesi Arapça’da benzer manaya kullanılan “fehm” den daha özel bir kelimedir. Çünkü “fıkf” konuşanın sözünden neyi kasdettiğini anlamaktır…”[36] Ayrıca alimler bir şeye bidat derken, haram olan bidatimi, küfür olan bidatimi, müstehap olan bidatimi kast ettiğini bilmeden kendinize fetva çıkardınız. Şurası bir gerçektir ki, alimler helal ve haram kelimelerini söylemekten kaçınmış ve bir çok yerde açık naslarla dahi haram olan meseleleri, kötü bir iştir veya hoş karşılamam diye cevaplandırmışlarıdır. “Derim ki; Geç dönem alimlerin birçoğu, kendi hocaları adına, bu konuda yalış yapmışlardır. Çünkü ilk dönem imamları “haram” kelimesini kullanmaktan kaçınırlar, bunun yerine “kerahet” kullanırlardı… Ahmed b. Hanbel, iki kız kardeşi bilikte cariye edinme meselesi hakkında; ‘ben bunu hoş karşılamam, ancak haramdır da demem’ demiştir. Halbuki onun mezhebinde bu haram kabul edilmiştir. Çünkü o Hz. Osman’ın sözünden dolayı haram kelimesini kullanmaktan kaçınmıştır. Kâsım el-Hırakî, Ebu Abdullah’ın şöyle dediğini nakletmiştir: ‘ Altın ve gümüş kaplarda abdest almak mekruhtur.’ Halbuki onun mezhebinde bu caiz değildir. Ebu Davud rivayeti ise şöyledir; ‘ Hamama peştemal ile girmek müstehabtır.’ Buradaki müstehaplık, vucubiyet ifade eder. İshak b. Mansur rivayeti; ‘ malının çoğunu haramdan kazanan adamın malından yemek benim hoşuma gitmez.’ şeklindedir. Bu cümlede yer alan “hoşuma gitmez” ifadesi haramlık manasındadır. Oğlu Abdullah’ın rivayeti ise şöyledir: ‘ Venüs gezegeni, yıldızlar ve kiliseler adına ve genel olarak Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etlerini yemek benim hoşuma gitmez. Zira Allah Teala buyurmuştur; Leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilenler haram kılınmıştır.’ Dikkat edin, Allah Tala’nın açıkça haram kıldığını ifade ettiği bir şeye o nasılda “hoşuma gitmez” tabirini kullanmıştır. Halbuki o bu konuda, kendi kitabında Allah Teala’nın bu haram kılma ayetini delil olarak zikretmiştir. Ca’fer b. Muhammed en-Nesâi rivayetinde şöyle demiştir: ‘Sürme kutusu ve mili benim hoşuma gitmez.’ Yani ‘gümüşten olursa’ demektedir. Halbuki o, birçok yerinde bunun haram olduğunu söylemiştir ki, mezhebin görüşü de ihtilafsız olarak budur. Ebu Hanife ve ashabına göre çocukların altın ve ipek giyinmeleri mekruhtur. Halbuki bu mezhebin alimleri bunun haram olduğunu açıkça ifade etmişler ve bunların erkekler için haramlığı sabit olmuştur.”[37] İşte sizin yapmanız gereken ve şeriatin öngördüğü şey, bu alimlerden faydalanırsınız fakat bu faydalanmayı elinizde ki Kur’an’a ve size gönderilen Peygambere sorarak yaparsınız. Ki buda dinin öngördüğü asıllardandır. Eğer ki meseleyi böyle değerlendirerek aynı zamanda Kur’an ve sünnet dışı herhangi bir meseleyle karşılaştığınızda siz bunun hükmünü Allah’a ve Resulüne götürürseniz, ne alimleri tekfir etmenize gerek kalır, ne de tevhid akidesine girmenize bir mani olur. Sizi kendi görüşüme değil aksine şari’in hükmüne davet ediyorum. Ve size tavsiyem, üzerinde Allah’ın hükmü olan açık naslarda batıl olan kıyaslardan kaçının. Çünkü bu tür batıl olan kıyas kişiyi küfre götürür. Bunun misali, şeytan’ın, Rabbinin hükmüne karşı kıyas yolunu tutması ve kafir olması örneğidir. ELHAMDULİLLEHİRABBİLÂLEMİN… [1] Tevbe: 31 [2] Nisa: 162 [3] Fatır: 28 [4] Mücadele: 11 [5] Enbiya: 7 [6] Tevbe: 122 [7] Darul Kitap: Sünen-i Tirmizi, İlim, 2652- Müslim, İlim, 5- İbn Mace, Mukaddime, 1 [8] A.e.g: Ahmed İbn Hanbel, Müsned, İlim, 198 [9] A.e.g: Hadis no: 203 [10] A.e.g: Sünen-i Tirmizi, İlim, 2645 [11] A.e.g: Sünen-i Tirmizi, İlim, 2681 [12] İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l Muvakkı’în, 1/ 305 [13] Müslim, iman, 134 [14] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l Bârî, 13/433 [15] Maide: 44 [16] Enam: 121 [17] Şura: 21 [18] Kafirun suresi [19] Mümtehine: 4 [20] Bkz: tevhidgercegi.com, güncel itikat meseleleri, cehalet mazeret midir? [21] İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l Muvakkı’în, 1/ 292 [22] Hud: 1, 2 [23] Enam: 38 [24] Enam: 130 [25] Zuhruf: 44 [26] İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l Muvakkı’în, 1/36 [27] Kamer: 17 [28] Nur: 1 [29] Enam: 126 [30] Nisa: 59 [31] Nur: 48 [32] İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l Muvakkı’în, 1/99, 100, 101 [33] Tirmizi, Hac, 824 [34] İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l Muvakkı’în, 1/83 [35] Bakara: 141 [36] İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l Muvakkı’în, 1/249 [37] İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l Muvakkı’în, 1/64, 67
Ashab-ı Tevhid Facebook Kullanıcısı Tarafından Kullanılmaktadır. Misyonumuz; yer yüzündeki tüm insanların kullara kulluk etmelerini engelleyerek, yalnız Allah'a (cc) kul olmalarını sağlamaktır.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol