Tağut'a Muhakeme [ Nisa ~ 60.Ayet ]


Hamd ve övgü yalnızca alemlerin rabbi olan Allah (subhanehu veteala)’a mahsustur. O’nun hidayet ettiğini kimse saptıramaz. O’nun saptırdığını ise hiç kimse doğru yola iletemez. Nefislerimizin kötü vesveselerinden, şeytanın şerrinden O’na sığınır ve O’ndan yardım isteriz. Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ibadete, kulluğa layık, hüküm ve kanunlarına boyun eğilecek hiçbir ilah yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve resulü ve dinde yolu izlenecek, sünnetine uyulacak, kendisine muhalefet edilmeyecek son Peygamberidir. Konuya başlamadan önce şunu tekrar hatırlatmak yerinde olacaktır. Kişinin Müslüman olabilmesi, iman dairesinden içeriye ilk adımını atabilmesi için öncelikle Allah’a (cc) karşı haddini aşarak tağut sınıfına giren tüm azgınları inkar etmesi, onları tekfir ederek velayet bağlarını kopartması, onlara karşı Allah’ın dinini savunup cihat etmesi tevhidin kişiye yüklediği bir gerekliliktir. Bu mesaj yeni değil bilakis, gönderilen tüm Peygamberlerin ortak çağrılarıdır: ‘’Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve tâğut’tan sakının” diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik…’’ (Nahl: 36) Tağutun tanımını site içerisindeki yazılarımızda açıklamaya çalıştık. (Bkz: kavramlar; tağut-1, tağut-2) Tekfir edilerek inkâr edilmesi, velayet bağlarının kopartılması, itaatten kaçınılması, Allah için düşmanlık edilmesi gereken günümüz tağutlarından birisi de, Allah’ın kanunları ile insanlara hükmetmeyen, Allah’ın şeriatini önemsemeyen ve Kur’an’ı yönetim anlayışından çıkartan demokrasi ve laiklik tağutlarıdır. Allah’ın kanunlarına muhalif kanunlar belirleyen bu tağutların kendilerine has mahkemeleri bulunmaktadır. Bu mahkemelerinde ise yine kendi nefsani kanunları ile meseleleri çözerler, suçlunun cezasını beşeri kanunları ile verirler, haklı ve haksızı icat ettikleri hükümler ile belirlerler. Allah’ın hükümlerini beğenmeyen tağutlar, bu mahkemelerde ilahlık iddia ederek hüküm yetkisini kendilerinde görerek Allah’ın kullarına kendi kitapları ile hükmederler. Örneğin bir hırsızın cezası maide suresinin 38. Ayetine dayanarak elinin kesilmesi olarak değil, anayasanın filancı maddesine dayanarak iki ay hapis olarak verilir. Bu sadece bir örnekti. Yaşama dair hangi mesele olursa olsun, bunların hepsini bu şekilde çözümler, Allah’ın kanunlarına muhalif olarak belirlerler. Dolayısı ile onların bu davranışları Allah’a karşı büyük bir küstahlık, O’na yapılan en büyük isyan olduğundan mahkemeleri tağutun mahkemesi, verdiği hükümler tağutun hükmü olarak adlandırılır. Yukarıda kısaca izah ettiğimiz gibi iman ancak tağutu inkâr ve tekfir ile sahih olmaktadır. Dolayısı ile kişinin tağutun mahkemesini, tağutun hükmünü de red etmesi imanın kendisine yüklediği bir zorunluluktur. Tağuta muhakeme olmak neden küfür? Şurası iyi bilinmeli ve itikat edilmelidir ki, Allah’tan başka bir kanun koyucu, hükümran, egemen yoktur. Hükmetmek, kanun koymak ve teşri ancak ve ancak Allah’a mahsustur. Bu uluhiyetin gereklerindendir. ‘’…Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.’’ (Yusuf: 40) ‘’Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?’’ (Maide: 50) ‘’…Bilesiniz ki hüküm yalnız O’nundur…’’ (Enam: 62) ‘’…Hüküm ancak Allah’ındır…’’ (Enam: 57) ‘’Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir…’’ (Taha: 114) ‘’Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma…’’ (Maide: 49) Kur’an-ı Kerimde bunlar gibi bir çok ayette görmek mümkündür ki, hüküm vermek yalnızca Allah’a has bir özelliktir. Yarattığı kullarına hükmetmek, onların yaşama dair kanunlarını belirlemek, haksızın cezasını belirlemek, bireysel veya toplumsal tüm ihtilafları çözümlemek alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. Küçük veya büyük herhangi bir meselede çıkan ihtilafları Allah’a ve Resulüne götürmenin, yalnızca Allah’ın hükümleri ile muhakeme olmanın imanî bir zorunluluk olduğunu ise şu ayetlerden öğrenmek mümkündür: ‘’…Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resul’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.’’ (Nisa: 59) ‘’İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi…’’ (Bakara: 213) ‘’Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.’’ (Nisa: 65) ‘’Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O’na dayandım ve O’na yönelirim.’’ (Şura: 10) Bugün üzerinde bulunduğumuz coğrafyada biliyoruz ki, Allah’ın kanunları değil, tağutların kanunları ile insanlara hükmedilmektedir. İnsanlar arasında çıkan ihtilafları, yapılan haksızlıkları, masumun isbatını, suçlunun cezasını ve bunlar gibi meseleleri mahkemelerinde Allah’ın kitabı ile değil de tağutların, Allah’ın şeriatine muhalif olan anayasa kitapları ile çözümlerler. Bu şekli ile bir damla sudan yaratılan insanlar açıkça Allah ile bir mücadele içerisine girmiş ve hüküm/kanun konusunda O’nun ilahlığını red ederek bu makamı kendilerine yakıştırmışlardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu nedenden ötürü kendileri tağut, mahkemeleri ise tağutun mahkemesi olarak isimlendirilmektedir. Tağutu red eden her kişi, onun tüm cüzlerini de inkar etmesi, red ederek uzak durması imani bir zorunluluktur. Allah’ın hükmünü bırakıp da herhangi bir meselesini çözümlemek için tağuta baş vuran, ondan hüküm isteyen her kişi, Allah’tan gayrısına ibadet etmiş, Allah’tan başkasını kendisine ilah edinmiş demektir. ‘’Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağut’u tekfir etmeleri kendilerine emrolunduğu halde, tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.’’ (Nisa: 60) Bu ayette görüldüğü gibi tağuta muhakeme olmayı bırakın, tağuta muhakeme olmayı dahi isteyen kişinin onu red etmediğini, Müslüman olmadığını Allah azzevecelle bizlere bildirmektedir. Allah (cc) tağutun mahkemesine baş vurmak isteyen kişinin asla Müslüman olamayacağını bizlere bu ayette açıklamaktadır. İmanın başında kişi tağutu tekfir ettiyse eğer, artık ondan hüküm istemesi, onun mahkemesinde hak araması, kanunları ile meselesini çözümlemesi islam ile bağdaşmayan bir durumdur. Çünkü kişinin hem Allah’ın kanunlarını benimseyip, Allah’tan başka hüküm ve otorite sahibi yoktur diyip, hem de tağutların isyan olan kanunları ile muhakeme olmayı istemesi iman ile asla bağdaşmayacak bir durumdur. Yukarıdaki ayetin nuzül sebebini kurtubi tefsirinde şöyle açıklar: İbn Abbas dedi ki: Bişr diye anılan münafıklardan bir kimse ile yahudi bi­risi arasında bir anlaşmazlık vardı. Yahudi: Haydi gel seninle Muhammed’e gidelim dediği halde, münafık olan da: Hayır, Kâ’b b. el-Eşref e gidelim, de­di. İşte yüce Allah’ın ‘’tağut’’ yani, tuğyan eden kimse adını verdiği kişi bu­dur. Ancak yahudi, Resulullah (sav)’dan başkasının hükmüne başvurmayı ka­bul etmedi. Münafık durumu görünce, onunla beraber Resulullah(sav)’ın ya­nına vardı. Hz. Peygamber de yahudinin lehine hüküm verdi. Hz. Peygam­berin yanından çıktıkları vakit münafık; Ben bu hükme razı değilim, dedi. Haydi seninle Ebû Bekir’e gidelim. Hz. Ebû Bekir de yahudi lehine hüküm verdi. Yine münafık buna razı gelmedi. Bunu da ez-Zeccâc zikretmiştir. Bu sefer dedi ki: Haydi seninle Ömer’e gidelim. Bunun üzerine Ömer’e gittiler. Yahudi dedi ki: Biz önce Resulullah (sav)’a gittik, sonra Ebû Bekir’e gittik. Fakat bu bir türlü razı olmadı. Hz. Ömer, münafık olana: Bu durum dediği gibi midir diye sordu. Münafık: Evet deyince, Hz. Ömer: Ben yanınıza çıkıp gelinceye kadar burada durunuz, dedi. İçeri girdi, kılıcını alıp çıktıktan sonra ölünceye kadar kılıcıyla münafığa vurmaya devam etti ve dedi ki: İş­te ben Allah’ın ve Resulünün hükmüne razı olmayan kimsenin aleyhine bu şekilde hüküm veririm. Yahudi ise kaçıp gitti ve bu ayet-i kerime nazil ol­du. İmam Fahruddin er-Râzî ise ayet hakkında tefsirinde şöyle der: Kâdî şöyle demiştir: Allah (cc), ‘’Kendilerine tağutu reddetmeleri emredildiği halde, onun huzurunda muhakeme olmak istiyorlar’’ buyurmuş ve tağutun huzurunda muhakeme olmayı, ona iman saymıştır. Halbuki nasıl tağutu inkar etmek Allah’a iman manasına geliyorsa, tağuta iman etmenin de Allah’ı inkar manasına geleceğinde şüphe yoktur. Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî ise tefsirinde şöyle der: …Halbuki Kur’an-ı Kerim’de tağutu inkar edip ondan uzaklaşmaları emredilmişti. Onların bunu kabul etmemeleri imansız olduklarına delalet etmektedir. Dilleri, Allah’a ve Resulüne indirdiğine iman ettiğini iddia ederken, fiilleri onları (Allah’ı ve Resulünü) inkar ettiklerini, tağuta inanıp onun hükmünü tercih ettiklerini göstermektedir. Bu ise islam’dan çıkışın bir delilidir. İbn Kesir, nisa suresi 59. ayetin tefsirinde şöyle der: ‘’Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız.’’ Ayet-i kerime’nin bu kısmı; ihtilâf konularında kitap ve sünnetin hakemliğine başvurarak bu konuda onlara dönmeyenlerin, Allah’a ve ahiret gününe inanmamış olduklarına delâlet eder. İbn Kayyım bu ayetin tefsirinde şöyle der: ‘’Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız…’’ buyruğu; Allah’ın emirlerine kesin olarak itaati emrettiği gibi üzerinde ihtilaf edilen bütün meselelerin insanlar arasında dinle ilgili olan bütün tartışmaların ve görüş farklılıklarının mutlak surette Allah’a ve Resulüne götürülmesi gerektiğini ifade eder. Eğer bunu reddedecek olan bir kimse olursa, Allah’ı ve Resulünü reddetmesi anlamına gelir. Onun bu davranışı Allah’ı ve Resulünü reddetmesi anlamına gelir. Eğer insanların arasında çıkan görüş farklılıklarını gidermek üzere konuyu Allah’tan ve Resulünden başka kimselere götürecek olurlarsa bu doğrudan doğruya Allah’ın emirlerine aykırı bir davranış olup, ortaya çıkan anlaşmazlıklarda Allah’ın ve Resulünün hükmünün dışında bir hükmü veren kimsenin bu hükmü doğrudan doğruya cahiliye hükmü olup, cahiliye davasına ve hükmüne davet etmek demektir. Kişi üzerinde anlaşmazlığa düşürülen konuları imanının gereği olarak Allah’a ve Resulüne getirmesi gerekir. Ancak bunu götürmediği takdirde asla iman dairesine dahil olamayacaktır. Aktarmış olduğumuz ayetler ve nakillerden yola çıkarak tekrar şunu deriz ki; kişinin küçük veya büyük herhangi bir meselesini çözümlemek adına tağutun mahkemesine baş vurması, onlardan hüküm istemesi sahibini kâfir yapan büyük küfürdür. Çünkü hüküm vermek, ihtilafları çözümlemek, suçlunun cezasını ve suçsuzun masumiyetini belirlemek yine insanı yaratan Allah’a aittir. Bu O’na ait bir ilahlık makamıdır. Dolayısı ile bu makamı bir başkasına vermek, bir başkasını da bu yetkiye haiz görmek kişinin Allah’tan başka ilah edinerek müşrik olması anlamına gelir. Müslüman bir kişi herhangi bir meselesini çözümlemek için sadece Allah’ın şeriatini ve Resulünün sünnetini esas alarak ihtilaflarını giderir, ve Allah’ın verdiği hükme rıza göstererek sıkıntı dahi duymadan onu kabullenir. Çünkü Allah ve Resulü bir işi hükme bağladıktan sonra, o hüküm ile alakalı kişinin sıkıntı dahi duyması imana aykırı bir durumdur. ‘’Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.’’ (Nisa: 65) ‘’Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.’’ (Nur: 51) Şüphe: İslam mahkemesinin olmadığı yerde tağutun mahkemesine baş vurmanın hükmü? Bu görüşü savunan aynı zamanda kendilerini tevhid ehline nispet eden bazı kişiler şunu diyorlar: ‘’tağutların hükmü ile yönetilen günümüzde, islam mahkemesi olmadığından dolayı kişinin hakkını tağutun mahkemesinde araması, ona muhakeme olması bir sorun teşkil etmez. Fakat islam mahkemesinin mevcudiyeti söz konusu olan bir yerde buna rağmen kişi tağuta muhakeme oluyorsa, işte o zaman bu kişi kâfir olmuştur.’’ Bu görüş tamamen batıl ve islam dışı olan bir görüştür. Bu itikatları ile bu kişiler hem kendileri hak yoldan sapmış hem de insanları saptırmaktadırlar. Bunu savunan kişiler aslında bir nevi şunu demek istiyorlar: ‘’ Allah’a; islam devletinde ortak koşulmadan iman edilir. Eğer islam devleti yoksa, o yerde Allah’a (haşa) ortak koşmak caizdir.’’ Veya: ‘’ tağut islam devletinde reddedilir. İslam devleti olmayan bir yerde tağutu reddetmesen de olur.’’ Bu görüşün bundan başka bir açıklaması yoktur. Tağutun reddi asıl olarak onların hüküm sürdüğü yerlerde insanlardan istenmiştir. Mekki olan ayetlere bakıldığında bu gerçek ortaya çıkmaktadır ki bu ayetlerde insanlardan Allah’a ortak koşmamaları, ibadette O’nu birlemeleri, tağutu red ve inkar etmeleri ve buna dair itikat oluşumunu esas alan ayetlerin olduğunu görmek mümkündür. ‘’ Şüphesiz, sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnızca O’na halis kılarak Allah’a ibadet et.’’ (Zumer: 2) ‘’De ki: Ey cahiller, bana Allah’ın dışında bir başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz? Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah’a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!’’ (Zumer: 64, 65) ‘’Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve tağut’tan sakının” diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!’’ (Nahl: 36) ‘’ Tâğut’a kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele!’’ (Zumer: 17) Allah (cc), tağutu inkar etmeyi, hiç kimsenin kendisine ortak koşulmamasını sadece islam devletinde değil, islam devleti olmayan yerlerde de emretmiştir. Bu ve bunlar gibi Mekki ayetler ele alındığında, bir kişinin küfür ülkesi diyerek Allah’ın küfür diye isimlendirdiği bir ameli işlemesi dayanaksız, mesnetsiz bir görüştür. Kaldı ki ayeti kerimede de: ‘’Kendilerine tağutu reddetmeleri emredildiği halde, onun huzurunda muhakeme olmak istiyorlar’’ diye buyrularak, tağutun mahkemesine başvurmak isteyen bir kişinin, tağutu reddetmediğini ve dolayısı ile Müslüman da olmadığını açıklamaktadır. Yani kişi eğer ben Müslümanım diyorsa, tağuta muhakeme olması asla söz konusu olamaz. Allah bu ameli işleyene eğer müşrik diyorsa, bu ameli işlemek eğer ki şirkse, bunun islam devletinde olması veya tağutî düzenler ile yönetilen devletlerde olması durumu değiştirmez. İslam devletinde puta tapmak şirk, küfür devletinde ise caiz gibi bir mantık, ancak şeytanın beşiğinde uyuyan kişilerden sadır olabilir. Aynı zamanda bu amelin, yani hüküm isteme, muhakeme olmanın bir ibadet ameli olduğunu yukarıda açıklamaya çalıştık. Bu bakımdan burada tekrar ele almayı gerekli görmüyoruz. Bunun bir ibadet ameli olduğunu kabul ettikten sonra, islam devleti olsun, küfür devleti olsun Allah’tan başkasına ibadet eden kişinin Müslüman olmadığı aşikardır. Bu ibadet amelini kişi hangi ülkede işlerse işlesin müşrik olur. Bu anlattıklarımızdan sonra şöyle bir soru yöneltilebilir: ‘’O halde canımıza veya malımıza kastedildiğinde buna razı olacağız, elimizden haksız yere gidenin peşine düşmeyeceğiz… ‘’ Öncelikle şunu hatırlatalım ki, insan kendi tasarrufu, kendi isteği ile dünyaya gelmemiş, Allah’ın kendisini yaratması ve yer yüzünde yaşamasını istemesi sonucunda dünyaya gelmiştir. Allah’ın insanı yaratıp dünya hayatına dahil etmesi de, yalnızca kendisine kulluk edilmesi içindir: ‘’ Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.’’ (Zariyat: 56) Ayrıca, kendisine kulluk edilmesini isteyen Allah (cc), kullarını canlardan ve mallardan eksiltmek ile hayatın çeşitli zamanlarında çeşitli şekillerde imtihan eder. İmtihan eder ki bakalım kulları dünya hayatına bağlanarak üç beş kuruş için kendisine isyan olan ameli işleyecekler mi: ‘’ Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele!’’ (Bakara: 155) ‘’.. .Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.’’ (Enbiya: 35) ‘’Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim.’’ (Kehf: 7) Canı ve malı veren Allah’tır. Bu bakımdan gerektiğinde bunları geri iade etmekte kişi sıkıntı duymamalıdır. Tağutların hüküm sürdüğü yerlerde kişi hakkını kendi çabası ile savunup aramalı fakat asla Allah’a şirk olan, isyan olan bir şekilde yani tağuta başvurarak Allah’a ibadette ortak koşmamalıdır. Bu dünya hayatının geçici bir yaşam olduğunu, bir imtihan alanı olduğunu ve oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu unutmamalı, dünya hayatına göz dikerek Allah’a isyan olan amelleri işlememek gerekir. ‘’Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.’’ (Ankebut: 64) ‘’Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah’ın vaadi muhakkak haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.’’ (Fatır: 5)
Ashab-ı Tevhid Facebook Kullanıcısı Tarafından Kullanılmaktadır. Misyonumuz; yer yüzündeki tüm insanların kullara kulluk etmelerini engelleyerek, yalnız Allah'a (cc) kul olmalarını sağlamaktır.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol