TAĞUT-1 [ Haddi Aşmak ]


>>> TAĞUT (الطاغوت) KELİMESİNİN ANLAM ve MUHTEVASI <<< Bizler hep, kendilerine Peygamber gönderilen kavimlerdeki müşrik insanları, Allah’ı (cc) inkar eden ateist insanlar olarak bilirdik. Fakat Kur’an’ı Kerim’e bakıldığında, Peygamberlerin gönderildiği kavimlerdeki insanların, Allah’ı (cc) inkar eden, O’na inanmayan insanlar olmadığını, aksine Allah’a (cc) inanan hatta O’na birtakım ibadet ameliyelerini sunan insanlar olduklarını görmekteyiz. ‘’ Andolsun ki onlara: “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?” diye sorsan, mutlaka, “Allah” derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?’’ (Ankebut: 61) ‘’ Andolsun onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette “Allah” derler. O halde nasıl (Allah’a kulluktan) çeviriliyorlar?’’ (Zuhruf: 87) ‘’ Andolsun ki onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah…” derler. De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah’a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.’’ (Lokman: 25) Bu insanların, Allah’ı (cc) inkar etmemeleri O’nun, yaratan, öldüren, kainat işlerini kontrol eden gibi sıfatlarını kabullenmeleri, onların Müslüman olabilmesi için yeterli olmamıştır. Geçmiş dönemin insanlarının neden Müslüman olmadıklarını daha iyi anlayabilmemiz için, tüm Peygamberlerin insanlara olan ortak çağrılarını bilmemiz bizim için faydalı olacaktır. Allah Teala Nahl suresi 36. Ayetinde: ‘’ Biz her ümmete; ‘Allah’a kulluk edin, tağut’tan sakının’ diyen bir peygamber gönderdik.’’ diye buyurmaktadır. Evet, o insanların Müslüman olabilmeleri için tağutu red etmeleri ve Allah’a (cc) kulluk etmeleri gerekmekteymiş. Bütün Peygamberlerin ortak mesajının tağutu red ilkesi olmasına rağmen, bilmeyi bırakın yer yüzünde bu kelimeyi duymayan belki de milyonlarca insan bulunmakta. Fakat bu kelimenin anlamını bilmeden, kişinin Müslüman olabilmesi için söylediği Lailahe illallah kelimesi ve Allah’a (cc) olan inancı kendisine bir yarar sağlamayacak ve bu sadece ağız ile telaffuz ettiği bir kelimeden ibaret olacaktır. ‘’Kim tağutu red edip Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam kulpa (islama) tutunmuş olur.’’ (Bakara: 256) Tağut kelimesi ‘’teğa’’ kökünden türemiştir. Kelime anlamı ise, haddi aşmak, taşmak anlamlarına gelir. İslamî terim olarak ise, Allah’a(cc) karşı haddini aşan mahluk anlamına gelmektedir. Kişiyi, Allah’ın yolundan alıkoyan örneğin: taş, put, ağaç, kadın, para, nefis, Allah’ın hükümleri dışında hükümler belirleyen devlet başkanı, hakim, sistem, ideoloji veya dini liderler, kâhin, sihirbaz vs… her şey tağut sınıfına girer. Allah’tan başka ibadet edilen yani ibadet amellerinin Allah’tan başkasına yapıldığı her şey tağuttur. Mevdudi şöyle der: Arapça “tağut” kelimesi sözlük anlamıyla sınırları aşan herkes için kullanılır. Kur’an bu kelimeyi Allah’a isyan eden, Allah’ın kullarının hâkimi ve mâliki olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse için kullanır. Allah’a isyan üç derecede olabilir: 1) Eğer bir kimse Alah’ın kulu olduğunu kabul eder, fakat pratikte O’nun emirlerinin aksini yaparsa buna fasık denir. 2) Bir kimse Allah ile irtibatı koparır ve başka birisine bağlanırsa o zaman kâfir olur. 3) Eğer bir kimse Allah’a isyan eder ve O’nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağut’tur. Böyle bir kimse şeytan, rahip, dinî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağut’u reddetmedikçe Allah’a inanmış sayılamaz. (TEFHİMU’L KUR’AN c.1 s.202) İbn Kayyım şöyle der: Tâğut: Haddini aşan her türlü put, önder ve itaat edilen amirdir. Her kavmin tağutu, Allah ve Resulünün dışında kendi hakemliğine müracaat edilen, Allah dışında ibadet edilen, Allahtan bir yol gösterme olmadan kendisine tabi olunan, insanların, bilmedikleri konularda kendisine itaat etmeyi, Allaha itaat kabul ettikleri kimselerdir. İşte bunlar dünyanın tağutlarıdır. Düşünüp incelediğin zaman, insanların çoğunun Allaha ibadetten onlara kulluğa, Allah ve Resulünün hakemliğinden onların hakemliğine, Allaha ittat ve Resulüne ittibadan, onlara itaat ve ittibaya yöneldiklerini görürsün. (İlâmu’l-Muvakkıîn: 1/75) Seyyid Kutub şöyle der: “Tâğut, ‘tuğyân’ kökünden türemiştir. Gerçeği çiğneyen Allah’ın kulları için çizdiği sınırı aşan düşünce, sistem ve ideoloji anlamına gelir. Bu düşüncenin, sistemin ve ideolojinin, Allah’a inanmaktan, O’nun koyduğu kanunlara uymak gibi herhangi bağlayıcı bir kuralı yoktur. İlkelerini Allah’u Teâlâ’nın kanunlarından almayan her sistem, her kurum, her düşünce, her davranış kuralı, her gelenek tâğut kapsamına girer. Buna göre ancak kim tâğutun karşısına çıkar ve sistemindeki kâfirliklerin tümünü kökünden reddederek Allâh’a inanır ve yalnızca ona boyun eğerse kurtuluşa erer.” (Fî Zilâli’l-Kur’ân: c1 s.465) Bu kelime, kelime-i tevhid ile yakından alakalıdır. Kişi aslında Lailahe illallah dediğinde, tağutu inkar ve tekfir ettiğini söylemektedir. Şöyle ki; Bir kişi Allah’ın yalnızca kendisi için vasıflandırdığı ilahlık makamından birisine ortak olmaya çalışır, o vasfı kendisinde de görür, bu sıfatta kendisini de yetkili kabul ederse, bu kişi ilahlık iddia etmiş ve ilahlık makamını kendisinde de görmüştür demektir. Ve bu şekilde ilahlık iddia ettiğinden dolayı Allah’a karşı haddini aşarak tağut kapsamına girmiş olur. Bu kişinin illa ağzı ile ‘ben sizin ilahınızım’ veya ‘ben Allah’ın ilahlık vasıflarını kendimde de görüyorum’ demesine gerek yoktur. Eğer Allah’ın herhangi bir ilahlık vasfını üzerinde taşıyor, amelinde bu gözüküyorsa, bu kişinin bunu ağzı ile söylememesi uyguladığı o ameli geçersiz kılmaz. Kişi Lailahe illallah yani Allah’tan başka ilah yoktur dediğinde, ilahlık iddia eden, ilahlığın yetkilerini kendisinde de gören tağutları inkar ve tekfir ederek bu makamı yalnızca Allah’ta gördüğünü ifade eder. Şunu belirtmek yerinde olacaktır. Bir mahlûkun, insanları Allah’ın yolundan alıkoymamasına rağmen, insanlar o mahlûka ibadet amelleri sunuyorsa, ibadet eden kişinin tağutu o olsa da, ibadet edilen mahlûk tağut olmamaktadır. Örneğin putperestlerin taptıkları heykeller. Bu heykelleri Allah ile aralarına aracı koyduklarından, o heykellere adaklar adadıklarından ve bunlar gibi ibadet içerikli amelleri sunduklarından dolayı heykeller, o kişilerin tağutu olmuştur. Fakat heykel aslında onları Allah’ın yolundan alıkoymamış hatta onların tapınmalarından bile haberi yoktur. Bu bakımdan bu heykeller aslında tağut değil, tağutlaştırılmıştır. Birde bunun zıttını örnek verecek olursak, İnsanlara Allah’ın kitabı ile değil de farklı kanunlar ile hükmeden devlet yöneticileri tağuttur. Çünkü bu kişiler bunu isteyerek, kendi iradeleri ile yapmaktadırlar ve yaptıkları bu işin Allahın ilahlık vasfı olduğu Allah’ın kitabında bildirilmektedir: ‘’Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir! (Araf: 54)’’ ‘’Hüküm sadece Allah’a aittir.’’ (Yusuf: 40) ‘’Yoksa onlar, cahiliye kanununu nu istiyorlar? İyi anlayanlar için Allah’tan daha iyi kanun koyucu olabilir mi?’’ (Maide: 50) Bugün insanların hayatları ile ilgili kanunları, nasıl yaşayacaklarına dair hayat nizamlarını, suçluların cezalarını, kuralları ve kaideleri Allah değil, O’nun bir damla sudan yarattığı insanlar, parti ve parlementolar belirlemektedir. İnsanlar üzerine kanun koyucu olan, egemen olan, onların hayatlarına yön veren, onlara hayat nizamı belirleyen ve onlar için yasaklar ve serbestler belirleyen ancak Allah’tır ve Allah olmalıdır. Bu vasıf ilahlığın en belirgin özelliklerindendir. Fakat bu özelliği bugün demokratik ve laik düzenler kendilerinde görmekte ve Allah’ın kitabını hükümsüz/işlevsiz bırakarak yerine kendilerinin oluşturduğu beşeri olan bir kanun kitabı ile insanlara hükmetmekteler. Kendi beşer kanunlarını, insanlık için daha uygun olduğunu, modern çağa daha iyi ayak uydurduğunu, ve egemenliğin (hakimiyetin) insanlarda olmasının gerektiğini savunur ve her defasında bunları söylerler. Bunları söyleyenlerin kimisi açıkça ‘’insanlara Kur’an ile hükmetmek doğru değil, içerisinde ki kanunlar günümüze uymuyor, şeriat istemiyoruz’’ diyorlar kimileri ise bu gibi şeyleri telaffuz etmeyerek hatta bir takım dini ibadetleri işleyip her konuşmalarında Allah diyerek, camiler inşa ederek, namazlar kılarak bir takım sembolik Müslümanlık pozları verip aynı zaman da yine bunu ağzı ile söyleyen kişilerin savunduğu ve istediği kitap ile insanlara hükmederler. Aralarında ki fark, birisi açıkça bunu söyleyerek Allah’ın kitabını hükümsüz bırakıyor ve insanlara beşeri kanunlar ile hükmediyor, diğeri ise bunu ağzı ile söylemeden yine Kur’anı bırakıp yerine insan ürünü olan aynı kitap ile insanlara hükmediyor. İlki küfür olan bu davasında daha samimi ikincisi ise ikiyüzlüdür! Keza isterlerse bunun farkında olmasınlar, Allah’ın kitabı ile değil farklı kanunlar ile insanlara hükmetmenin Allah’a isyan, Allah’a karşı haddi aşmak olduğunu bilmeseler dâhi, hatta kanunları kısmen insanların yararına da olsa, yine bu kişi ve kişiler tağuttur, kafirdir. Çünkü bu tağutlar insanları, farklı kanunlar ile isteyerek yönetmekte, Allah’ın kitabını isteyerek hükümsüz bırakmakta ve insanları bu şekilde Allah’ın yolundan alıkoymakla birlikte bundan da kendileri razı olmaktadırlar. ‘’Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.’’ (Maide: 44) Günümüzde ki haddi aşarak tağutlaşanların en belirginlerinden bir tanesi, Allah'(cc)ın kanunları dışında kendi heva ve heveslerine dayanarak kanunlar icat edip, bu kanunları insanlara dayatan parlementolar, meclisler, partiler, kurum ve kuruluşlardır. Allah(cc) insanı yaratmış ve yarattığı insanların ticaretini, ahlak kurallarını, inançlarını, aile geçimini, sosyal hayatlarını, devlet idarelerini ve insan yaşamında hayata dair ne varsa her şeyi bildirmiş ve insanların da buna uymalarını emretmiştir. İnsana düşen ise buna zıt ve muhalif hükümler çıkartmak değil, Allah'(cc)ın insanlar için belirlediği hükümlerini uygulamaktır. Allah(cc) Kitabında içkiyi haram yani türkçe karşılığı olarak yasaklamıştır; ” Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Maide; 91) Buna rağmen günümüzde içki helal yani türkçe karşılığı serbesttir. T.c kanunlarının ana yasasında içki içmek helaldir. Dileyen istediği gibi içki içebilir. Hatta bunun adına resmi ve devlete de vergisini ödeyen içki fabrikaları, meyhaneler, tekeller bulunmaktadır. Yine Kuranı kerimde zina haramdır (yasak) ve bunu işleyene dair cezai hüküm belirtilmiştir; ”Zinaya da yaklaşmayın, çünkü o pek çirkindir ve kötü bir yoldur.” (İsra; 32) ”Zina eden (bekar)kadın ve zina eden (bekar)erkekten her birine yüz sopa vurun…(Nur; 2) Evet, Kuranda zina haramdır yani yasaktır ve bunun işlenmesi sonucunda detaylı olarak Kuran ve sünnete cezai hükümler mevcuttur. Fakat günümüzde zina helaldir (serbesttir). Hatta bunun yapılabilmesi adına bu tür kurumlar açıktır ve devlete vergisini de ödemektedir. Sokak ortasında dahi bu ahlaksızlık yapılmakta yapanlara karşı çıkıldığında ise haksız duruma düşülmektedir. Örnek olarak bir adam eşini başka bir adam ile zina ederken yakalıyor ve mahkemeye başvuruyor. Hakim kadına dönüyor ve; herhangi bir zorlama ve baskı sonucunda mı bu iş oldu diye soruyor. Kadın hayır diye cevap verdiğinde aynı soruyu adama yöneltiyor. Adamda aynı cevabı verince kadının kocasına dönerek; bir şey yapamayız ikisi de özgür iradeleri ile bu işe girişmişlerdir’ diyerek demokrasinin kanunlarının kokuşmuşluğunu ve iğrençliğini ortaya koyuyor… Yine Kuranı Kerimde faiz haramdır; ”Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, “alışveriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır…” (Bakara; 275) ”Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve artık faizin peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz.” (Bakara; 278) Size basit bir soru; şuan günümüzde faizsiz çalışan tek bir banka gösterebilir misiniz? Tabi ki cevabınız hayır. Bütün bankalar faiz işletmekte ve devlet buna karşılık bunlardan vergi almakta. Hatta iş bankaya bile kalmıyor, insanlar kendi aralarında bile borç alış verişinde birbirlerine faiz uyguluyorlar. Ve bu yine t.c anayasasında helal (sebest) olan bir kanundur. Bu insanlardan kimisi; Evet Allah'(cc)ın kitabına inanıyoruz ama artık çağ atladık, günümüze uymayan bir çok kanun var. Teknoloji ilerledi. İnsanlar modernleşti. Bizler oturduk düşündük ve günümüze, topluma, insanlığa uyan daha iyi daha çağdaş kanunlar ürettik vs der… Kimisi de, Müslüman gibi gözükür bu gibi şeyleri ağzı ile söylemez, yorum yapmaz. Fakat bu amaç için kurulan nizamın devamını sağlayarak hizmet eder. Allah’ın (cc) kulları için beğenip belirlediği kanunları bir tarafa bırakmak, ona yüzeysel inandığını söylemek ile birlikte içerisinde ki hükümleri işlevsiz bir hale getirerek yerine insan ürünü beşeri kanunlar ile hükmetmek, ilahlık iddiasında bulunmaktır ve Allah’a (cc) karşı kişinin haddini aşarak tağut sınıfına girmesi demektir. Seyyid Kutub şöyle der: Yürütme mevkiindeki görevlinin, temelde kanun koyma yetkisi yoktur. Çünkü hukuk normları koyma yetkisi sadece Allah’a aittir, bu yetki ilâhlık olgusunun insan hayatına yansıyan bir göstergesidir. O halde hiçbir insan, öbür kullar gibi bir kul olduğu, başka hiçbir ayrıcalığa sahip olmadığı halde bu yetkiyi kullanarak kendisi için ilâhlık iddiasına kalkışamaz, insanlara karşı ilahlık makamı işgal etmeye yeltenemez! Hz. Peygamber’in dördüncü kuşaktan dedesi Kusay İbn Kilâb’ın Mekke’de M. 440 tarihinde Kâbe’nin güneybatısında ve şehirde ilk defa Kâbe yakınında, kapısı Kâbe’ye dönük olarak inşa ettirdiği dâru’n-Nedve’de Kureyş ileri gelenleri toplanır, şehrin bütün siyasî, askerî ve sosyal meseleleri burada görüşülerek karara bağlanırdı (Taberi, Tarihu’l-Ümem, II, 184). Evet darun nedve önemli kararların alındığı, şehir meselelerinin tartışıldığı, askeri ve siyasi görüşmelerin yapıldığı ve bunların da karara bağlanılıp kanunlaştırıldığı bir meclisti. Bu kanunlar ise Allah’ın şeriatına dayalı olmayıp bütünü ile insanların heva ve hevesleri, kendi menfaat ve çıkarları doğrultusunda yasalaştırdıkları kanunlar idi. Resulullah(sav) bu insanlara, insanlar üzerinde hüküm verme yetkisinin yalnız Allah’a ait olduğunu ve kendilerinin de Allah’ın verdiği kanunlara uyup Peygamberine itaat etmelerinin gerektiğini söyledi. Mesela onların bu darun nedve denen kanun meclislerinde çıkarttıkları bir hükmü örnek verelim; ”(Haram ayları) ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Allah’ın haram kıldığının sayısını bozmak ve O’nun haram kıldığını helâl kılmak için (haram ayını) bir yıl helâl sayarlar, bir yıl da haram sayarlar. (Böylece) onların kötü işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe; 37) Haram aylarda savaşmanın, kan dökmenin yasak olduğunu biliyor ve bunun Allah'(cc)ın hükmü olmasını inkar etmiyordu Mekke müşrikleri. Evet Mekke müşrikleri haram ayların farkında ve ona itaat eden bir topluluktu. Fakat onlar kimi zaman haram olan aylarda savaşmaları icab ettiğinde o ayların yerlerini değiştiriyorlardı. Fakat bu ayette Allah(cc) onun kanununu tamamen hükümsüz bırakmayı bile değil ertelemeyi dahi kafirlikte ileri gitmek olarak nitelemiştir. Bu ayetin tefsirine çeşitli kitaplardan bakılabilir. Görüldüğü gibi Mekke tağutlarının yaptığı Allah'(cc)ın bu hükmünü tamamen yürürlükten kaldırmak değil onu ertelemek olmuştur. Bu sebepten Allah(cc) onlara kafir hükmünü vermiştir. Fakat günümüz tağutları ise onların kafirliklerinden daha da ileri giderek Allah'(cc)ın hükümlerini tamamen işlevsiz bırakmaktalar ve hüküm verme yetkisini yalnız kendilerinde görmekteler. Hüküm koyma yetkisi, sadece ve sadece Allah’ın olmalıdır. İlahlığının her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah’a özgüdür. Zira egemenlik ilahlığın niteliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren, ister bir birey, bir sınıf, bir parti, ister bir grup, bir ulus, isterse uluslararası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun- ilahlığın nitelikleri noktasından herkesten önce Allah’a savaş açmış demektir. İlahlığın baş niteliği durumundaki egemenlik noktasında yüce Allah’a savaş açan ve egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren, yüce Allah’ı apaçık bir biçimde inkâr etmiştir. Böyle bir kimsenin kâfir olduğu noktasında dinin kesin hükmü için, sadece bu ayetteki ifade bile yeterlidir! Kişiyi dosdoğru dinin çerçevesinin dışına çıkaran, ilahlığın baş niteliği konusunda Allah’a savaş açmış bir konuma getiren böylesi bir iddia için, sadece putperestlikte tek bir kalıp yoktur. Bir başka deyişle böylesi bir iddiaya kalkışan kişinin ille de, “Sizin için, kendimden başka bir ilah tanımıyorum!” ya da -tıpkı Firavun gibi açıkça- “Sizin en yüce rabbiniz benim!” demiş olması şart değildir. Sadece, Allah’ın şeriatını egemen kılmayıp, bir kenara iterek, yasaları başka bir temele dayandırmak ya da sadece Allah dışında egemen konuma gelmiş makamdakileri, otoritenin kaynağı olarak görmek bile bu türden bir iddiaya kalkışmış bir konuma sürüklenmeye yeterlidir. Bunu yapan, tüm uluslar ya da bir grup insan bile olsa, durum değişmemektedir… İslâm sisteminde ümmet, kendisine bir yönetici seçerek ona Allah’ın şeriatının hükümlerini uygulama yetkisini verir. Ancak bu, yasalara meşruluk kazandıran egemenliğin temelinde ümmetin bulunduğu anlamına gelmez. Tam tersine egemenliğin kaynağı sadece Allah’ındır. Ne var ki, İslâm araştırmacılarından bile pek çok kimse, hükümet eden yani yöneten ile otorite kaynağını birbirine karıştırmaktadır. İnsanlar bir bütün olarak, egemenlik yani hüküm koyma hakkına sahip değildirler. Bu hak sadece, bir olan Allah’a aittir. İnsanlar sadece, Allah’ın şeriatında bildirdiği hükümleri uygulamak durumundadırlar. Allah’ın şeriatında yer almamış bir hükmün ne doğruluğu sözkonusudur, ne de meşruluğu! Doğru olan, sadece Allah’ın koyduğu hükümlerdir… (Seyyid Kutub Fî Zilâli’l-Kur’ân: c.6 s.262,263) Bu tağutlar, Allah’ın insanların hayatı için kanun ve yasalarını belirlediği, aralarında tatbik etmeleri adına yolladığı Kitabını hükümsüz bırakıp, buna da gerekçe olarak genelde; Kuran şeriatini inkar etmiyoruz fakat günümüze şuan uymuyor, teknolojiye ve çağa ayak uydurmuyor ve bizde yine kanunlarımızı Allah Teala’nın istediği gibi insanlık adına, refah ve huzur adına, dostluk ve sevgi bağı adına yapıyor ve uyguluyoruz diyerek, kendi icat ettikleri kanunlar ile insanlara helaller haramlar belirlemekteler. Evet, Kuran gününe uymuyor yani sizin istediğiniz, arzuladığınız ve uyguladığınız yaşam şekline, kanun ve nizamlarınıza uymuyor. Çünkü sizin gününüzün teknolojik çağında içki helal bunun adına kurum ve kuruluşlar çalışmakta, fabrikalarda tonlarca içki üretilmekte. Çünkü sizin gününüzün teknolojik çağında, zina helal ve bunun yapılabilmesi adına insanlara televizyon kanallarındaki dizi, film, reklam gibi yayın organlarında bunu aşılamakta ve teşvik etmekte, genel evler resmi ve devlet izni ile çalışmakta, caddede ve sokaklarda bu ahlaksızlığı yapmak çok normal, disko, gazino gibi gece kulüplerinde insanlar insanlıktan çıkıp hayvanca bu rezillikleri yapabilmekte. Çünkü sizin gününüzün teknolojik çağında, faiz helal, bunun adına devlet izni ve güvencesi ile bankalar, para babaları iş başında. Adeta bir kan emici yarasa gibi garibanın, yoksulun boğazına yapışarak onların kanlarını emmekte. Bunlar gibi daha çoğaltabileceğimiz ahlaksızlık, edepsizlik, haksızlık, iğrençlik ve kokuşmuşluk adına ne varsa günümüz teknolojik çağdaş döneminde mevcut. İşte bu yüzden uymuyor Kuranı kerimin şeriati, işte bu yüzden uymuyor Allah Teala’nın insanlar için belirlediği hayat nizamı günümüze. Halbuki Kuran, teknoloji ve çağa değil, teknoloji ve çağın Kur’an’a uyması gerekmekte. Bu yaptıkları Allah Teala’nın ilahlık vasfı olan kanun koyucu oluşunu, egemenliğini kökünden red edip kabul etmemektir. Onların bu şirk ve isyanlarının yanında birde kendilerine Müslüman lakabı takmaktalar, kendilerini öyle tanıtmaktalar ve halkın geneli de bu küfür düzenine, tağutlara Müslüman sıfatını vermekteler ve kendilerinin bunu demesi ile Müslüman olunacağını zannetmekteler. Oysaki bununla ancak kendilerini tatmin ederek aldatabilirler. Kimi insanlar, koşullar ve durumlar bunu gerektiriyor diyerek Allah’ın şeriatını tümüyle inkar etmelerine karşın, hâlâ nasıl oluyor da müslümanlık iddiasında bulunabiliyorlar, şaşırmamak elde değil!.. Kişi, Allah’ın şeriatını tümüyle terk etmesine karşın, nasıl oluyor da hâlâ müslüman olduğunu iddia edebiliyor? Bu tür insanlar kendilerini, nasıl oluyor da hâlâ “müslüman” olarak niteleyebiliyor? İslâm’la hiçbir bağları kalmamasına karşın, Allah’ın şeriatını tamamen terk etmelerine karşın, her koşulda her durumda geçerliliğini koruyan ve her koşulda her durumda uygulanmak zorunda olan Allah’ın şeriatını reddederek O’nun ilahlığını inkar etmiş olmalarına karşın, hâlâ nasıl “müslümanlık” iddiasında bulunabiliyorlar? Bu tür insanlara, şaşırmamak, hayret etmemek elde değil.. (Seyyid Kutub Fî Zilâli’l-Kur’ân: c.3 s.275) Hafız ibn Kesir, Araf suresi 54. Ayetin tefsirinde şöyle der: İbn Cerir şöyle demiştir; …bize abdülğaffar bin abdulaziz el-Ensari anlattı, oda Abdülaziz Şami’den, babasından- ki bu zat sahabi idi ; Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kim, işlemiş olduğu sâlih bir amelden dolayı Allah’a hamdetmez ve kendine hamdeder (kendini överse), muhakak küfretmiş ve ameli boşa gitmiş olur. Kim, Allah’ın kullara bir yetki (kanunda) verdiğini iddia ederse, Allah’ın Peygamberlerine indirdiğini inkâr etmiş olur. Çünkü Allah Teâlâ: «Bilin ki yaratma da, emir de O’nundur. Âlemlerin Rabbı olan Allah’ın şanı ne yücedir.» buyurmuştur. Ebu Derdâ’dan ki merfû” olarak da rivayeti vardır, nakledilen me’sûr bir duada şöyle denilmektedir: Ey Allah’ım, hükümranlığın hepsi Senindir. Hamdin tamâmı Senindir. İşlerin hepsi Sana döner.. Senden hayrın tamâmını dilerim. Şerrin de hepsinden Sana sığınırım. Allahın indirdiği ahkamın dışındakilerle hükmeden otoriterler. Bunlarda Kuranın sarih ifadesiyle tağut sayılmışlardır… Çünkü kulun sınırı Allahın hükümleriyle hükmetmek, onlarla kendisini bağımlı hissetmek ve onlara başvurmaktır. Eğer kul haddi aşıp Allahın indirdiği hükümleri dışlayıp istediği şekilde hükmedebileceğini vehmederek kendisinin rububiyet ve uluhiyeti olduğunu iddia ederse isyana dalmış ve tağut haline gelmiş demektir. (Dr. Yasir Burhami, Ehli sünnet akidesi, s;113,114) Tahaviye akidesinin şarihi İbn Ebi’l-izz der ki; Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. O da şudur; Eğer hüküm veren kişi, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmenin farz olmadığına, bu hususta serbest bırakılmış olduğuna inanır ya da bu hükmün Allah’ın hükmü olduğuna kesin inanmakla birlikte onu hafife alıp önemsemezse bu büyük bir küfürdür. Şeyhul islam İbn Teymiyye’de Fetvalarında şöyle demektedir; İster Müslümanlar, ister kafirler, ister fütüvvet ehli kimseler, ister atıcılar, ister ordu, ister fakirler, isterse başka kimseler olsun, Allah’ın mahlukatının hiçbiri arasında, kimse Allah ve Resulünün hükmü dışında kalan bir hükümle hükmedemez. (İbn. Teymiyye, El-Akidetu’l Vasıtıyye, s;376,377) Şehid Seyyid Kutub şöyle der; Kim olursa olsun yüce Allah’ın yarattığı hiç kimsenin yüce Allah’ın kanun olarak koymadığı ve izin vermediği bir şeyi kanun olarak koyma yetkisi yoktur. Kulları için kanun koyma yetkisi sadece yüce Allah’a aittir. Çünkü bütün evreni yoktan var eden ve kendi seçtiği yasalar sistemi ile tüm evreni yöneten O’dur. İnsanlık hayatı ise bu uçsuz bucaksız evren çarkında küçücük bir dişli konumundadır. Bu yüzden evreni yönlendiren yasalar sistemi ile uyuşan bir yasa hükmetmelidir insanlık hayatına. Bu ise, uçsuz bucaksız evreni yönlendiren tüm yasalar sistemini kapsayan bir bilgiye sahip bir kanun koymadıkça mümkün olmaz. Allah’tan başka herkes tartışmasız bu denli kapsamlı bir bilgiye sahip olmaktan uzaktırlar. Bu yüzden bu yetersizlikle beraber onların insanlık hayatı için kanun koymalarına itibar edilmez.Bu gerçek olanca çıplaklığı ile gözler önünde olmasına rağmen, birçokları bunu tartışma konusu yapıyorlar veya inanmıyorlar. Halkları için iyiliği seçtiklerini ileri sürerek yüce Allah’ın koyduğu kanunların dışında kanunlar koymaya yelteniyorlar. Bunu yaparken de içinde bulundukları şartlarla, kendi kafalarından uydurdukları kanunlar arasında bir paralellik kuruyorlar. Sanki yüce Allah’tan daha çok biliyorlarmış, ondan daha iyi hüküm verebiliyorlarmış gibi! Ya da sanki, Allah’ın izin vermediği konularda onlar için kanun koyan Allah’ın dışında ortakları varmış gibi! Bundan daha çirkin bir davranış, Allah’a karşı bundan daha küstahça bir tutum olamaz… (Fî Zilâli’l-Kur’ân: c.9 s.73) Özetleyecek olursak, Allah’ın ilahlık vasfı olan kanun koyuculuğunu, günümüz demokrat ve laik düzenin partileri kendilerinde görerek insanlara kendi icat ettikleri kanunlar ile hükmettiklerinden, Allah’a karşı hadlerini aşıp tağut olmuş olmaktadırlar. Ayrıca hangi ideoloji ve sistem olursa olsun, kanun ve yasalarını Allah’ın şeraitine dayandırmadığı müddetçe bu düzenlerin tümü , tağutî düzenler olarak adlanır.

Ashab-ı Tevhid Facebook Kullanıcısı Tarafından Kullanılmaktadır. Misyonumuz; yer yüzündeki tüm insanların kullara kulluk etmelerini engelleyerek, yalnız Allah'a (cc) kul olmalarını sağlamaktır.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol